Kaderin tarifi:
Kader, sonsuz ilme sahip, geçmiş, hal ve geleceği bir nokta gibi görüp, bilen ve esasen kendisi için geçmiş, hal ve gelecek diye bir şey mevzu bahis olmayan Cenâb-ı Hakk’ın, mikro alemden makro aleme, zerrelerden sistemlere ve gelecekteki bütün hayatıyla normo alem insana kadar en küçükten en büyüğe, bütün kainatı ilmî planda, ilmî vücutlarıyla planlayıp programlaması, tayin, tesbit, tasnif, takdir etmesi ve bütün bunları tasarı ve ilmî plandan alıp irade, kudret ve meşiet planına geçirmesi, haricî ve varlık aleminde göstermesi adına olup bitecek herşeyi daha olmadan evvel Kitab-ı Mübin’de tesbit ve takdir etmesidir.
Kader, kelime olarak, ölçme, takdir etme, biçime koyma ve şekillendirme gibi manalara gelir. Ayrıca, güç yetirdi, muktedir oldu gibi manaları da vardır. Kısaca kader; Allah’ın kaza olarak takdir ve hükmettiği şeydir.
Allah şöyle buyuruyor: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olan herşeyi bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi O bilir. Yaş kuru ne varsa hepsi “Kitab-ı Mübin”dedir. (En’am, 6/59)
“Gökte ve yerde görülmeyen herşey şüphesiz Kitab-ı Mübin’dedir.”(Neml, 27/75)
“Şüphesiz ölüleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biz’iz. Her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.” (Yasin 36/12)
Kader ile kaza bir manada aynıdır. Kader, Allah’ın takdiri, hükmü, kaza ise bu takdirin infazı, hükmün yerine getirilmesi demektir.
Kader, insanın kesbiyle (bir şeyi kendi iradesiyle yapmasıyla) Allah’ın yaratmasının beraberliğidir. Yani insan bir işe meyleder, iradesiyle o işin içinde bulunur, Allah da isterse o işi yaratır, istemezse yaratmaz.
Saha olarak kader, Cenabı Hakk’ın ilmi ile tayin ve takdiri demek ise de, fakat aynı zamanda o, Cenabı Hakk’ın görmesi, işitmesi ve istemesi de demektir. Durum böyle olunca, kaderi inkar, Cenabı Hakk’ın sıfatlarını inkar ile aynı manaya gelir.
“Hazinesi bizim katımızda olmayan hiç bir şey yoktur. Biz onu ancak bir takdire göre indiririz.” (Hicr, 15/21)
İki türlü irade vardır:
1- Küllî irade: Allah’ın iradesidir. Buna, Allah’ın kudreti de diyebiliriz.
2- Cüz’î irade: İnsanın iradesidir.
Cüz’î irade, bizim nazarımızda yaratılmış değildir. O sadece nazarî bir varlığa sahiptir, pratikte bir varlığı sözkonusu değildir. allah, kainatı yaratırken bize sormadı. İrademiz de böyle yaratılacak olsaydı o zaman mesuliyet diye bir şey olmazdı. O vardır, fakat yaratılmamıştır. Sadece Allah’ın ilminde vardır. O’nun ilminde olanların ise varlık sahasına çıkma mecburiyeti yoktur. Vücut sahasında bir varlığı olmamasına rağmen irade, Allah’ın yaratmasına küçük bir şart olarak kabul edilmiştir.
Geçmiş ve gelecek:
Kadere inanan bir insan, geçmişe kader açısından bakar ve binlerce bela ve musibetle çepeçevre kuşatılmış olduğu bir anda, “Cenabı Hakk’ın, benim hakkımdaki takdiri buymuş” der ve ümitsizliğe düşmekten kurtulur. Geleceğe ve günahlara da irade açısından bakar. Nasıl olsa elde edeceğim herşey kaderimde varsa olacaktır.” deyip tembel tembel oturamaz veya niyetlendiği günaha karşı kaderi, kendisi için bir teselli vastıtası olarak kullanamaz. Zira Cenabı Hakk, “Doğrusu insan için çalıştığından başkası yoktur.” (Necm, 53/39) buyurmaktadır.
Kader Vicdanî Bir Meseledir:
Kader, vicdanî bir meseledir. Allah’ın, Peygamberin, hatta Ahiretin delillerle isbatı yapılabilir. Fakat, kader öyle değildir. O, hâlî bir meseledir. İlmî ve nazarî değildir. İnsan, kadere imandaki derecesine göre inanır ve bu meseleyi kendi kapasitesi ölçüsünde kabullenir, idrak eder.
Kaderi, Allah’ı, Peygamberi, melekleri ve hatta Ahireti tarif eder gibi tarif edemeyiz. Sadece akla yaklaştırıcı misallerle izah edebiliriz. Zira kader, vicdanla hissedilecek bir mevzu olup, akıl üstüdür. Akıl onu idrakten acizdir. Diğer bir ifadeyle kader, belli biryere kadar akılla anlaşılsa da büyük oranda teslimiyet gerektiren bir iman unsurudur.
Allah’ın İlmi Açısından Kader:
Başka bir açıdan yaklaşacak olursak kader; imanla doğru orantılıdır. Allah’ın sonsuz ilim sahibi olup, geçmişi-şimdiki zamanı ve geleceği bir nokta gibi gördüğüne ve Ahirete kesin bir şekilde inanan insan, istenen seviyede kaderi anlayıp idrak edebilecektir. Yoksa Allah’a inanmayan veya az inanan insanların kaderi anlaması mümkün değildir. Ya inkar eder, ya da sessiz kalır. Halbuki kader, her halükarda akılda tutulması yer yer seslendirilmesi gereken bir inanç kaidesidir. Zira başımıza gelen her mesele kaderle alakalıdır. İnsan iradesini alakadar eden meselelerin muhasebesi yapılmakla beraber, iradeyi aşan hadiseler tamamen ona hamledilir.
İman derecesi arttıkça insan, o hale gelir ki, ne kadar iradesinin hakkını verse de, yine de tamamen Allah’ın dilemesine verir, kusurları tamamen kendinden, güzellikleri de Allah’tan bilir.
Kader, pek çok insanın ayağının kaydığı bir zemindir. Onun içindir ki, İmam Âzam gibi büyükler kader hakkında münakaşa etmeyi talebelerine yasaklamışlardır. Burada unutulmaması gereken bir şey var ki o da şudur: Kader, büyük oranda teslimiyeti gerektiren bir imtihan noktasıdır.
Bir ayette Allah şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o bir kitapta bulunmasın. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.” (Hadid, 57/22)
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Allah gökleri ve yeri yaratmadan ellibin sene evvel mahlukatın kaderlerini tayin ve tesbit etmiştir.” (Müslim, Kader, 16)
Bir başka hadislerinde şöyle buyuruyorlar: “Allah’ın ilk yarattığı kalemdir. Allah, kalemi yaratır ve ona “yaz” der. Kader neyi yazayım Ya Rabbi deyince Cenabı Hakk, “Kıyamete kadar olan her şeyin kaderini” yaz buyurdu. Kim bunun aksine bir iman üzere ölürse, benden değildir.” (Ebû Davud, Sünnet, 16)
İrade ve Kader Dengesi:
Allah, insana irade vermiştir. İnsan, iradesi sayesinde mesuliyet sahibi olmuştur. buna göre iyilik yaptığında mükafat, kötülük yaptığında ceza görecektir. İradeyle beraber Allah, insana bir de kader tayin etmiştir. kaderle insan, başına gelen felaketler sırasında ümitsizlikten iyi bir iş yaptığında da, gurura düşmekten kurtulur. Çünkü “kaderim buymuş” der, Allah’a tevekkül eder. Allah, bu hakikati bir ayetinde şöyle ifade ediyor: “Size isabet eden her hayır Allah’tandır. Şerler ise kendi nefsindendir.” Zira nefis daima kötülüğü emreder. Onun hayra kabiliyeti yoktur. İrade iyiliğe karşı hafif bir meyil gösterse de bu dayine Allah’tandır.
Kaderle alakalı bütün meseleler, insanın iradesinin söz konusu olduğu yerde bir kıymet ve değer ifade etmektedir. Aksi halde kader hakkında konuşulan her şey malumu ilamdan öte bir şey ifade etmezdi. Yani insanın iradesini düşünmeden kaderi düşünmemiz mümkün değildir.
İnsan iradesiyle kader omuz omuzadır.İradeyle insan bir işe meyleder, Allah da o işi iyi olsun kötü olsun yaratır. Kötüyse insan sorumludur. İyiyse, o işi tamamen Allah’a vermek gerekir. Çünkü, yapı itibarıyla insan nefsi iyiliği istemez. İyiliği yaptıran Allah’tır. Sanki Cenabı Hakk, insana şöyle demektedir: “Ben, şu zamanda, iradeni şu istikamette kullanacağını biliyorum. Onun için de senin hakkında bu işi o şekilde takdir buyuruyorum.”
Kader deyince, insan iradesinden ayrı düşünmemek gerekir. Allah, Kur’an’da ‘onu saptırırız, onu hidayete erdiririz’ derken orada mutlaka insan iradesi vardır. İnsanın ne yapacağı önceden bilindiğinden dolayı kaderi de ona göre çizilmektedir. Yani bir bakıma kader, insan iradesini de içine alıp kuşatıyor, ihata ediyor. Bu ise iradeyi te’yid etmek, takviye etmek demektir, iptal etmek değildir.
Allah’ın Dilemesinde İnsan İradesi:
Allah, “biz hidayete erdiririz, dalalete sürükleriz” gibi ifadeleri kullanırken kesinlikle insan iradesini de işin içine dahil ederek beyan buyurmaktadır. Yoksa kader tek taraflı değildir. Kader, ancak insan iradesiyle esas mânâsını bulur.
İnsan iradesi, Allah’ın yaratacağı iyi veya kötü şeyler için sadece bir küçük şarttır. Onu insan hangi istikamette kullanırsa, Allah, ona göre yaratır. Allah, insan hakkında iyiliği diler ama hayrı da şerri de yaratır. Bunları kesbeden yani kazanan, insanın kendisidir. Basit bir yaklaşımla, insan elindeki bardağı yere atsa, atabilir. İşte Allah, o anda atmayı yaratır. Yok insan, o bardağı elinde tutsa, o zaman da Allah, tutmayı yaratır. Hazreti Ömer radıyallahu anhu, veba salgını olan bir beldeye vardığında, oraya girmekten kaçınır ve geri döner. Bunu görenler, “Ey Allah Resulü’nün Halifesi, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun.” diye hayretle sorarlar. Hazreti Ömer’in cevabı düşündürücüdür: “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum.” Evet yani, ben oraya girsem de girmesem de Allah, benim irademi hesaba katarak bana bir kader tayin etmiştir. Ne yapsam Allah’ın kaderinden kurtulamam.
Bu mesele tamamen insanın kesbi, Allah’ın da yaratmasıyla alakalıdır. Yoksa, “madem Allah biliyor, o zaman bizim suçumuz ne!” gibi isyana varan düşüncelere gireriz ki, hafizanallah küfre girmemiz ihtimali vardır. Ben irademi, hayır yolunda kullanabiliyor muyum, o halde kullanmalıyım ve neticeyi Allah’tan beklemeliyim. Böylece, kazanmayı ümit ettiğim cenneti kazanmak için Allah’a bir şeyler takdim etmiş olayım. Yoksa, istediğimi nasıl ve ne yüzle kazanabilirim ki?
Şimdi insan, cenneti kazanmak için durmadan ibadet etse sarsılmaz bir imanla mücehhez bulunsa, Allah’ın varlığını içinde duysa, Allah, ona cenneti nasib eder. Hiç bir gayreti olmayana da Allah’ın ne yapacağı bellidir.
Herkesin kaderinin Allah tarafından önceden belirlendiğini anlatan Allah Resulü’ne ashabı sorar: Ya Resûlallah, o halde bizim ibadetlerimizin ne mânâsı var? Allah Resûlü cevap verir: “Amel edin, herkes için ne yaratılmışsa, kendisine o yönde bir kolaylık vardır. Yani kim saadet ehlinden ise, o yöne doğru yürür ve kim de şekavet ehlinden ise yürüyüp gideceği yön o taraftır.” Sonra Allah Resulü şu ayetleri okur: “Ama kim varını Allah yollunda harcar, Allah’tan korkar.. ve en güzel kelimeyi (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz ona en kolay yolu hazırlarız. Ama kim de cimrilik eder, Allah’a karşı lakayd davranır ve güzeller güzeli o kelimeyi yalanlarsa, biz de onu çetin bir yola zorlarız.” (Leyl, 92/5-10) (Buhari, Kader, 6)
Kader inancında düşülen vartalar ve orta yol:
Cenabı Hakk, Kur’an’da, “Sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı.” (Saffat, 37/96) diyor. Fakat, kader mevzuunda düşülen iki varta vardır. Biri, cebriyenin düştüğü varta: Onlar derler ki, “İnsanın, yaptıklarında hiç bir fonksiyonu yoktur.” Böylece, insan iradesini inkar ederler. İkinci varta da, mutezile mezhebinin düştüğü vartadır: onlar da derler ki: “İnsan kendi yaptıklarının yaratıcısıdır.” Böylece bunlar da kaderi inkar ederler. Allah Resulü bu tür insanlardan bahisle bunların ümmetinin mecûsîleri olduğunu haber vermiş ve “Her ümmetin mecûsîleri vardır. Bu ümmetin mecûsîleri ise, kader yoktur diyenlerdir.” buyurmuşlardır.(İbni Mace, Mukaddime, 10 – Müsned, 2/86,125) Allah Resulü’nün dilinde, kader yoktur diyenler, işte böyle vasıflandırılmışlardır ki, bunlar, mutezile mezhebine mensup olanlardır. Onlar, ‘insan kendi fiilinin yaratıcısıdır’ düşüncesiyle, Allah’ın her an bizim üzerimizde gözetici, haberdar olduğunu, her fiilimizi yarattığını, bizim hakkımızda önceden bir kader çizmiş olduğunu kabul etmezler. Orta yolu tutan biz de ehl-i sünnet ve cemaat olarak diyoruz ki, fiili ‘isteyen’ insan olsa da o ‘isteme’ye göre yaratan Allah’tır. Öyle ise mesuliyet insana aittir.Yani“insan, iradesini kullanarak bir işe meyleder. Allah da o işi yaratır.” Dolayısıyla ne insan mesuliyetten kurtulur ne de kader inkar edilir. Mesûliyet ortadan kalkmasın diye irade devreye girer. İnsana “Sen mesulsün” der. Yapılan güzel işler karşısında gurura düşmemek için de kader devreye girer. “Mağrur olma, yapan sen değilsin!” diyerek insanı gurura düşmekten kurtarır. Böylece insan hayatını dengeli bir şekilde yaşayabilir. Cenabı Hakk buyuruyor: “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Her kötülük de nefsindendir.” (Nisa, 4/79) Bütün bunları anlayacak bir şey vardır: O da vicdandır. Allah, kendi varlığına şahid olarak her insanın içinde vicdanı yaratmıştır.O, yalan söylemez. Zaten kader, bir vicdan işidir, iman işidir.
Kader ilim türündendir:
Kader, Cenabı Hakk’ın ilminde, yaratılan şeylere biçilen bir plan ve projedir. Birşeyi bilmek ise o şeyi vücuda getirmek demek değildir. Mesela, siz kafanızda bin tane binanın planını tutsanız, yüzlerce fabrikanın fizibilitesini tasarlasanız bunlardan hiçbiri sırf kafanızda tuttuğunuzdan dolayı vücuda gelmez. Onların vücuda gelmesi için, irade ve kudrete ihtiyaç vardır. Allah, o bildiklerini yaratmak için insanın iradesini bir küçük şart olarak kabul eder. Ona göre yaratır.
İlim maluma tabidir. Allah’ın ilmi, yine Allah tarafından malum olan şeye göre yaratılır. Allah, her şeyi manzar-ı âlâdan, bir nokta gibi görür. Sebep ve neticeleri aynı anda müşahede eder. Çünkü her şeyi yaratan O’dur ve her şeyi O bilir. İnsanın nasıl davranacağını da, iradesini nasıl kullanacağını da bilir ve bildiğine göre yaratır. İnsan hakkında her şey yazılmıştır. İnsana düşen sadece kendi hakkında yazılanı yaşamaktır. Allah Resulü, ashabına bu meseleyi anlattığında, ashab sorar: Ya Resûlallah, o halde bizim ibadetlerimizin ne manası var? Allah Resûlü cevap verir: “Amel edin, herkes için ne yaratılmışsa, kendisine o yönde bir kolaylık vardır. Yani kim saadet ehlinden ise, o yöne doğru yürür ve kim de şekavet ehlinden ise yürüyüp gideceği yön o taraftır.” Sonra Allah Resulü şu ayetleri okudu: “Ama kim varını Allah yollunda harcar, Allah’tan korkar.. ve en güzel kelimeyi (kelime-I tevhidi) tasdik ederse, biz ona en kolay yolu hazırlarız. Ama kim de cimrilik eder, Allah’a karşı lakayd davranır ve güzeller güzeli o kelimeyi yalanlarsa, biz de onu çetin bir yola zorlarız.” (Leyl, 92/5-10) (Buhari, Kader, 6)
Kaderimizi bilmediğimize göre, bize iyilerden olmaya çalışmak düşer. Boş boş oturmak, hayattan kâm almak büyük bir aldanmışlıktır. Kaderimizde ne varsa o olur diye düşünmek bize hiç bir şey kazandırmayacaktır. Bir taraftan ahiret için çalışıp, bir taraftan da Allah Resûlü gibi şöyle dua edeceğiz: “Allahım, bütün işlerimizde akıbetimizi hayırlı kıl. Bizi dünyada rezil olmaktan, ahirette de azap çekmekten koru.”
Evet, dünya baştan sona imtihandan ibarettir. Akıbetimizin dene olacağı meçhuldür. Öyleyse, bu imtihanı kazanmak için ne gerekiyorsa yapmamız gerekmektedir. Hayır yolları bellidir. Önemli olan o yolda yarışmaktır.